
Benzer Yazılar

Çağımızın en yaygın sorunlarından biri! ‘Aşırı düşünmeyle başa çıkmak mümkün’
Byadmin
Son yıllarda zihinsel sağlık konularının giderek daha fazla dikkat çektiğini belirten Uzm. Dr. Zekeriya Bahçe, “Özellikle aşırı düşünme (overthinking), birçoğumuzun yaşamını etkileyen, ancak çoğu zaman göz ardı edilen bir durum haline geldi. Kişilerin, bir durumu ya da olayı gereğinden fazla analiz etmesi, düşüncelerini sürekli zihninde tekrar etmesi, aşırı düşünmenin başlıca belirtilerindendir” açıklamasında bulundu. Aşırı düşünmenin, genellikle kaygı, stres ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklarla ilişkilendirildiğini söyleyen Uzm. Dr. Bahçe, “Bireyler, geçmişte yaşadıkları olumsuz deneyimler veya geleceğe dair belirsizlikler hakkında fazlaca endişelenebilirler. Bu durum, zihinsel yorgunluğa ve fiziksel rahatsızlıklara yol açabilir. Baş ağrısı, mide bulantıları ve uyku problemleri gibi somatik belirtiler, aşırı düşünmenin bedensel etkilerinden yalnızca birkaçıdır. Kişiler genellikle, çözüm bulmak için düşüncelerinin kontrolünü kaybeder ve daha fazla kaygıya yol açan bir döngüye girerler” şeklinde konuştu.
“Psikolojik bozukluklarla ilişkili olabilir”
Aşırı düşünmenin kökenlerinin genellikle psikolojik bozukluklarla ilişkili olduğunu belirten Uzm. Dr. Bahçe, “Anksiyete, depresyon ve obsesif-kompulsif bozukluklar gibi durumlar, kişinin zihnindeki düşüncelerin kontrolünü zorlaştırabilir. Ayrıca, mükemmeliyetçilik ve kontrol ihtiyacı gibi kişilik özellikleri, aşırı düşünmeye yol açan diğer önemli faktörler arasında yer alır. Genetik ve nörolojik faktörler de, bireyin aşırı düşünmeye yatkın olmasında etkili olabilir” dedi.
“Sosyal ilişkilerde de sorunlara yol açabilir”
Aşırı düşünmenin sadece bireysel sağlığı etkilemekle kalmadığını, aynı zamanda sosyal ilişkilerde de sorunlara yol açabileceğini ifade eden Uzm. Dr. Bahçe, “İnsanlar, sürekli analiz yaparak ve küçük detaylar üzerinde takılarak, ilişkilerinde güvensizlik ve yanlış anlamalar yaşayabilirler. Bu da, sosyal hayatı ve iş yaşamını olumsuz etkileyebilir. Kişinin zihinsel sağlığı bozulduğunda, genel verimliliği de düşer; odaklanma güçlüğü, iş veya okul performansının azalmasına neden olabilir” diye konuştu.
“Aşırı düşünme ile başa çıkma yolları”
Günümüzde, aşırı düşünme ile başa çıkma stratejileri üzerine birçok yöntem geliştirildiğini belirten Uzm. Dr. Bahçe, şu bilgileri paylaştı: “Mindfulness yani farkındalık teknikleri, aşırı düşünme ile mücadelede en etkili araçlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kişilerin, anı yaşamalarını ve düşüncelerini yargılamadan gözlemlemelerini sağlayan mindfulness uygulamaları, zihni sakinleştirir ve düşünce döngülerini kontrol altına alır. Derin nefes alma egzersizleri, meditasyon ve yoga gibi uygulamalar da benzer şekilde zihinsel rahatlama sağlayabilir. Bir diğer etkili strateji ise “düşünceyi erteleme” yöntemidir. Bu teknik, belirli bir zaman diliminde endişe ve kaygıların üzerine yoğunlaşmayı ve geri kalan zaman diliminde bu düşüncelerden uzak durmayı hedefler. Ayrıca, bireylerin dikkat dağıtıcı aktivitelerle meşgul olmaları da aşırı düşünmenin önüne geçebilir. Yürüyüş yapmak, yeni hobiler edinmek veya yaratıcı aktivitelerle ilgilenmek, zihnin meşgul olmasını sağlar ve düşünceleri yönlendirmek açısından faydalı olabilir.”
“Profesyonel yardım alınabilir”
Profesyonel yardım almanın da aşırı düşünme ile başa çıkmada önemli bir adım olduğunu belirten Uzm. Dr. Bahçe, “Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi psikoterapi yöntemleri, bireylerin olumsuz düşünce kalıplarını tanıyıp bunları daha sağlıklı düşüncelerle değiştirmelerine yardımcı olabilir. Uzman bir terapistin rehberliğinde uygulanan terapi, bireyin aşırı düşünme durumunu kontrol altına almasına yardımcı olabilir” dedi. Aşırı düşünmenin çağımızın en yaygın psikolojik sorunlarından biri olduğunu ve zihinsel sağlığı ciddi şekilde etkileyebileceğinin altını çizen Uzm. Dr. Bahçe, “Ancak farkındalık, bilişsel terapi ve sosyal destek gibi stratejilerle bu durumla başa çıkmak mümkündür. Aşırı düşünmenin zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için bireylerin, profesyonel yardım almayı ve sağlıklı başa çıkma yöntemlerini kullanmayı düşünmeleri önerilir” ifadelerini kullandı.

Anne aşı olursa, bebek de korunuyor! Yenidoğanlarda hayati risk oluşturabiliyor
Byadmin
YAŞAM KAYBINA YOL AÇABİLİYOR
Boğmaca, tıbbi adıyla pertussis, solunum yollarını etkileyen, son derece bulaşıcı ve özellikle bebeklerde yaşam kaybına varabilen sonuçlar doğurabilen bakteriyel bir hastalık. Dünya genelinde yıllık 20-40 milyon civarı boğmaca vakası olduğunun tahmin edildiğine dikkat çeken Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Manolya Kara, “Maalesef her yıl yaklaşık 300.000 kişi (çoğu çocuk) boğmaca sebebiyle hayatını kaybetmektedir” dedi. En büyük riskin bağışıklık sistemi henüz gelişmemiş ve aşı serilerini tamamlamamış yeni doğanlarda olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Kara, “Boğmaca, özellikle bir yaş altı bebeklerde nefes durmasına, beyin içi kanamaya, nöbetlere ve hatta yaşam kaybına yol açabilecek kadar ağır seyredebiliyor” diyerek hastalığın ciddiyetine dikkat çekti.
“İLK HAFTALARDA SOĞUK ALGINLIĞI İLE KARIŞTIRILABİLİYOR”
Hastalığın üç evrede ilerlediğini belirten ve özellikle ilk haftalarda soğuk algınlığıyla karıştırıldığını, bu dönemde bulaşıcılığın da en yüksek seviyede olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Kara, sözlerine şöyle devam etti: “Hastalık genellikle 3 evrede seyreder ve belirtiler zamanla şiddetlenir. Hastalığın başlangıcındaki “kataral evre” yaklaşık 1-2 hafta sürmekte olup, bu evrede hastaları basit bir soğuk algınlığından ayırt etmek mümkün değildir. Hafif ateş, burun akıntısı, hafif öksürük, halsizlik, gözlerde sulanma gibi “nezle” benzeri bulgular gözlenir. Bu dönem, bulaşıcılığın en yüksek olduğu evredir. Hastalığın 2.evresinde (paroksizmal evre; 2-6 hafta) klinik bulgular belirginleşir. Çocuklarda morarmanın eşlik ettiği peşpeşe öksürük, derin bir iç çekme şeklinde nefes alma ve arkasından çoğu zaman kusma gözlenir. Bu evrede öksürükler o kadar şiddetli olabilir ki, bu sırada hastada beyin içi kanama, kaburgalarda çatlaklar ve nöbet geçirme gibi şiddetli komplikasyonlar gözlenebilir. Sonraki evrede (iyileşme evresi) öksürük nöbetleri azalır ama haftalarca sürebilir. Genel durum düzelir. Ancak, bu dönemde başka bir solunum yolu enfeksiyonu öksürüğü yeniden alevlendirebilir.”
BOĞMACA BEBEKLERDE ÇOK CİDDİ SEYREDİYOR!
Doç. Dr. Kara, “Boğmaca, yoğun ve kontrol edilemeyen öksürük nöbetlerine neden olur. Bu nöbetler solunum güçlüğüne, kusmaya, bayılmaya ve hatta kaburga kırıklarına yol açabilir. Bebeklerde nefes durmasına (apne) ve ciddi akciğer enfeksiyonlarına neden olabilir. Bu tablo nedeniyle hastalık çok ciddi seyreder” dedi.
“KOLAYCA YAYILIR, TOPLUM SAĞLIĞI İÇİN DE RİSK OLUŞTURUR”
Doç. Dr. Manolya Kara’nın verdiği bilgiye göre, boğmaca, öksürük ve hapşırıkla çok kolay yayılabiliyor ve kalabalık yerlerde hızla bulaşabiliyor. Özellikle ergenler ve genç erişkinlerin hastalığı hafif bulgularla geçirebileceğinden, çevreye kolaylıkla bulaştırabileceğine işaret eden Doç. Dr. Kara, “Bunun yanında yaşlılar, bağışıklık sistemi zayıf kişiler ve hamile kadınlar için de risklidir. Toplum bağışıklığı (sürü bağışıklığı) sağlanamazsa salgınlar artabilir. Aşıyla önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen, bağışıklığın zamanla azalması ve aşılanma oranlarının düşmesi nedeniyle dönem dönem salgınlar görülebilir. Aşılanmamış kişiler toplumda hastalığın yayılmasına katkıda bulunabilir. Bu nedenle boğmaca önlenmesi gereken, ciddi ve toplum sağlığı açısından önemli bir hastalıktır” diye konuştu.
“BEBEKLERİ KORUMANIN EN ETKİLİ YOLU: ANNENİN AŞILANMASI”
Bu tablonun önüne geçmek ve toplumsal korunmaya destek olmak amacıyla atılan bu adımı değerlendiren Kadın Hastalıkları, Doğum Uzmanı Dr. Zeynep Ece Utkan Korun, sözlerine şöyle devam etti: “Boğmaca aşısı çocuklara 2. aydan itibaren yapılmaya başlanıyor. Fakat bu süre zarfında bebek tamamen savunmasız durumda kalıyor. Bunun yanında anne adaylarının bağışıklığı, bebeğe doğumdan önce antikor geçişi ile koruma sağlanabiliyor. Eğer anne gebelikte Tdap aşısı olursa, vücudunda oluşan antikorlar plasenta yoluyla bebeğe geçer ve onu doğumdan sonraki ilk aylarda korur. Bu koruma hayati önem taşır. Bu nedenle her gebelikte Tdap aşısı yapılması önerilmektedir.”
AŞI NE ZAMAN VE KİMLERE YAPILACAK?
Yeni uygulama kapsamında boğmaca aşısının gebeliğin 18 ile 36. haftaları arasında, tercihen 20. haftadan sonra yapılacağı bilgisini veren Uzman Dr. Utkan Korun şunları ekledi: “Daha önceki gebeliğinde bu aşıyı olmuş bir kadın, yeni gebeliğinde tekrar yaptırmalı. Çünkü bağışıklık zamanla azalacağı için aşı her gebelikte tekrarlanmalıdır.” Boğmaca aşısı uygulamasının ABD, İngiltere, Kanada ve birçok Avrupa ülkesinde uzun süredir devam ettiğini hatırlatan Uzm. Dr. Korun, en çok merak edilen konulardan biri olan aşının güvenilirliği konusunda şu bilgileri aktardı: “Bu aşı inaktif, yani ölü aşıdır. Canlı mikrop içermez. Dolayısıyla gebelikte uygulanması güvenlidir. Yan etkileri genellikle hafiftir; enjeksiyon yerinde ağrı, hafif ateş ya da halsizlik gibi geçici durumlar görülebilir.”
ANNE ADAYLARINA ÇAĞRI: AŞINIZI GECİKTİRMEYİN
“Unutmayın, sizin bağışıklığınız, bebeğinizin ilk savunmasıdır” diyerek tüm anne adaylarını bu konuda bilinçli davranmaya davet eden Dr. Zeynep Ece Utkan Korun, sözlerini şöyle tamamladı: “Gebeliğinizin ikinci trimesterine girdiğinizde, takiplerinizi yapan hekiminizle mutlaka bu konuyu görüşün. Aşıyı Aile Sağlığı Merkezinizde veya hastanenizde ücretsiz olarak yaptırabilirsiniz.”


Tırnak mantarını tedavisi sabır gerektiriyor! Önlemenin yolu bu çoraplardan geçiyor
Byadmin
Tırnak mantarının başlıca sebebi Dermatofitler
Tırnak mantarına genellikle “Dermatofitler” adı verilen mantar türlerinin neden olduğunu belirten Podolog Muharrem Tosun, en yaygın olanlarının Trichophyton rubrum ve Trichophyton mentagrophytes olduğunu, bu mantarların tırnağın altına yerleşerek enfeksiyon oluşturduğunu söyledi.
Kimler daha yatkın?
Tırnak mantarına daha yatkın olan kişilerin bağışıklık sistemi zayıf olanlar, diyabet hastaları, yaşlılar, sporcular ve sürekli ıslak ortamlarda çalışmak zorunda kalan meslek grupları (örneğin, temizlik işçileri) olduğunu dile getiren Podolog Muharrem Tosun, “Ayrıca son zamanlarda klinik uygulamalarımızda uzun yol şoförlerinde de sıkça tırnak mantarıyla karşılaşmaktayız” diyerek yeni bir risk grubuna dikkat çekti.
Tedavi yöntemleri neler?
Tırnak mantarının tedavisinde en yaygın yöntemlerin topikal antifungal kremler (cilalar), oral antifungal ilaçlar, lazer tedavisi ve frezelerle yapılan küretaj adı verilen mekanik temizlik işlemi olduğunu ifade eden Podolog Muharrem Tosun, “Podologlar, tırnak mantarını tedavi etmek için frezelerle mekanik temizlik yapar, medikal tedavi yöntemleri uygularlar. Buradaki amacımız mantarlı dokuyu tırnaktan temizlemek ve kalan tırnağımızın sağlıklı bir şekilde uzamasını sağlamaktır. İlgili hekimlerle yapılacak multidisipliner çalışmada sürecin çok daha hızlı ve sağlıklı ilerlemesini sağlayacaktır” dedi.
Hijyen kuralları hayati önem taşıyor
Tırnak mantarının çoğu zaman ayaklarda görüldüğünü kaydeden Podolog Muharrem Tosun, yayılmayı engellemek için alınması gereken hijyen önlemlerini şöyle sıraladı: “Ayaklar günlük olarak yıkanmalı ve çok iyi şekilde kurulanmalıdır (özellikle parmak araları). Evde ortak çorap ve terlik kullanımından kaçınılmalı, başkalarıyla tırnak bakımı araçları paylaşılmamalıdır. Tırnak mantarını önlemek için ayaklar ve eller düzenli olarak yıkanmalı, nemli ortamlarda uzun süre kalmaktan kaçınılmalıdır. Tırnaklar hijyenik şekilde kesilmeli bu konuda Podologlardan destek alınmalıdır. Pamuklu, bambu ve gümüş içerikli çoraplar giyilmelidir. Ayrıca, ayakkabılar iyi havalandırılmalı aynı ayakkabı uzun günler aralıksız giyilmemelidir.”
Ortak kullanım alanlarında dikkat edilmesi gerekenler
Sauna, spor salonu, havuz gibi ortak kullanım alanlarında tırnak mantarından korunmak için her zaman kişisel terlik kullanılması, havuz ve sauna sonrası ayakların iyice kurulanması ve hijyenik alanların tercih edilmesi gerektiğini vurgulayan Podolog Tosun, “Ayrıca, ortak duşlarda çıplak ayakla yürümekten kaçınılmalıdır” uyarısında bulundu.
Tedavi edilmeyen tırnak mantarı yaşam kalitesini düşürüyor
Uzun süre tedavi edilmeyen tırnak mantarının kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürebileceğini belirten Podolog Muharrem Tosun, “Tedavi edilmeyen tırnak mantarı sonucu kalınlaşan tırnaklar, tırnak yatağının bozulmasına ve böylece tırnaklarda deformasyona ve tırnak batmasına yol açabilmektedir. Bu durum kişinin parmağında ağrı hissetmesine ve yürüyüşünün bozulmasına neden olup sosyal yaşantısını olumsuz yönde etkiler. Ayrıca tırnaklardaki bu kötü görüntü özgüven kaybına da neden olabilir. Tırnak mantarının deriye bulaşma riski de bulunduğundan tedavi geciktirilirse ayaklarda ve parmak aralarında kaşıntı durumuyla da karşılaşılabilir bu da yaşam kalitesini düşürür” dedi.
Tedavisi sabır gerektiriyor
Podolog Muharrem Tosun, tırnak mantarının ayaklarda daha sık görülmesinin sebebinin mantarların karanlık ve nemli ortamlarda daha rahat yaşama imkanı bulması olduğunu belirterek, sözlerini şöyle tamamladı: “Ayakları nemli bırakmamaya özen gösterilmeli. Özellikle belirtmek isterim ki tırnak mantarı tedavisi sabır gerektiren uzun bir süreçtir. Kimi zaman bu süreç 1-1,5 yılı dahi bulabilir. Bu süreçte kişisel bakımlarına çok dikkat etmeli, doktor ve podologların vermiş olduğu ödev ve sorumlulukları yerine getirmelidirler.”

Eksikliği baş dönmesi ve yorgunluğa neden oluyor! Günlük ne kadar su tüketmeliyiz?
Byadmin
Sağlıklı bir vücut, sıvı dengesini sağlamakla yükümlü…
Suyun yaşamsal faaliyetler için elzem olduğunu hatırlatanBeslenme ve Diyet Uzmanı HülyaYiğit, “İnsan vücudunun yüzde 60’ı sudan oluşur. Vücutta bulunan suyun yüzde 60’ı hücre içinde yüzde 40’ı ise hücre dışında bulunur” dedi. Sağlıklı bir vücudun, sıvı dengesini her zaman sağlamakla yükümlü olduğunu dile getiren Yiğit, “Vücuttan günlük olarak deri, akciğer ve boşaltım organları ile sıvı kaybı olur” açıklamasını yaptı.
Günlük ihtiyaç metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir!
Susama mekanizmasının nasıl çalıştığı hakkında bilgi verenBeslenme ve Diyet Uzmanı HülyaYiğit, “Kandaki iyon yoğunluğunun yüzde 1 artması ile hipotalamustaki susama merkezi uyarılır.” dedi.
Susuzluğun neden olduğu belirtilere de değinen Yiğit, şunları söyledi: Vücutta yüzde 3 sıvı kaybı kan hacmi ve fiziksel performansı azaltırken, yüzde 5 ve üzeri sıvı kaybı baş dönmesi, yorgunluk ve hatta solunum sıkıntılarına sebep olabilir. Günlük su ihtiyacınız bilimsel verilere göre ağırlığınız başına 30 mililitredir. Yani 60 kg bir bireyseniz günlük 1,8 litre su ihtiyacınız vardır. Ancak bu ihtiyaç günlük yapılan aktivitelere, ısı durumuna ve metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir.”
Su ihtiyacı sadece suyla karşılanmalı
Birçok araştırmanın, vücudun sıvı ihtiyacının öncelikli olarak sudan karşılanması gerektiğini, çay, kahve gibi diğer içeceklerin tüketiminin bu ihtiyacı karşılamadığını belirttiğinin altını çizenBeslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Çünkü bu içeceklerin diüretik yani vücuttan su atma etkileri de vardır” dedi. Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi (TÜBER) 2022 önerilerine göre vücudun sıvı ihtiyacı için günlük en az 600-1500 ml sade su tüketilmesi gerektiğini kaydeden Yiğit sözlerini şöyle tamamladı: “Günlük çay ve kahve en fazla 800 ml, yağsız veya az yağlı süt en fazla 500 ml, meyve sularının ise en fazla 125 ml olarak tüketilmesi öneriliyor. Sıcak havalarda vücudun sıvı ihtiyacı artmışken sıvı alımına daha da dikkat etmek gereklidir. Eğer sade su içmeyi sevmiyorsanız tadını meyve dilimleri ekleyerek biraz daha aromalı hale getirebilirsiniz. İçtiğiniz suya herhangi bir kronik rahatsızlığınız yok ise limon, nane yaprağı ve seylan tarçını ekleyerek, antioksidan değerini arttırabilirsiniz.”