
Benzer Yazılar

Uzmanlar uyarıyor: Vajinal doğum, hem anne hem de bebek sağlığı açısından avantajlı
Byadmin
Vajinal doğum nedir ve kimler için uygundur?
Vajinal doğum, bebeğin annenin doğum kanalından geçerek dünyaya geldiği doğum yöntemidir. Dr. Soysal, bu doğum şeklinin genellikle aşağıdaki durumlarda tercih edildiğini vurguladı:
-Anne ve bebeğin genel sağlık durumunun iyi olması
-Bebeğin doğum pozisyonunun uygun olması
-Annede doğuma engel bir anatomik veya medikal sorun bulunmaması
-Gebelik haftasının tamamlanmış olması
-Önceki doğumun vajinal yolla gerçekleşmiş olması
Eğer bu koşullar sağlanıyorsa, vajinal doğum hem anne hem de bebek için birçok yönden avantaj sağlar.
Anne sağlığı üzerindeki etkileri
Vajinal doğum, annenin hem doğum sonrası iyileşme sürecini hem de uzun vadeli sağlık durumunu olumlu yönde etkileyebilir. Cerrahi müdahale gerektirmediği için, genellikle daha hızlı bir toparlanma sağlar ve anneliğe adaptasyon sürecini kolaylaştırır. Dr. Soysal, kısa vadede vajinal doğumun avantajlarını şu şekilde belirtiyor:
-Daha kısa sürede iyileşme
-Cerrahi komplikasyon riskinin düşük olması
-Emzirmeye daha erken başlanması
-Hareket kabiliyetinin kısa sürede geri kazanılması
Uzun vadede ise:
-Pelvik taban kaslarında zamanla zayıflık gelişebilir
-İlk aylarda cinsel ilişkide ağrı veya isteksizlik görülebilir
-Rahim içi yapışıklık riski daha düşüktür
-Annelik duygusuna adaptasyon süreci daha hızlı gelişebilir
Bebeğe sağladığı avantajlar var
Vajinal doğum sadece anneler için değil, bebekler için de birçok fayda sağlıyor. Op. Dr. Sema Soysal bu faydaları aşağıdaki şekilde sıralıyor:
-Doğum kanalından geçerken akciğerlerdeki sıvılar atılır, bu da solunum problemlerinin riskini azaltır.
-Doğum sırasında bebeğin doğum kanalındaki faydalı bakterilerle teması bağışıklık sistemini güçlendirir.
-Anneyle erken ten teması ve emzirmeye daha çabuk başlanması, bebekte bağlanma duygusunu geliştirir.
Vajinal doğumla dünyaya gelen bebekler, doğum kanalındaki yararlı mikroorganizmalarla temas ettikleri için, sezaryene göre daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olabilirler. Ayrıca doğumdan hemen sonra emzirmeye başlanması, bu bağışıklık desteğini artırır. Sezaryen oranlarındaki artışın ardında sadece tıbbi nedenler yok. Anne adaylarının ağrı korkusu, doğumu planlama isteği, bazı sağlık çalışanlarının olası komplikasyonlara karşı sorumluluktan kaçınma eğilimi gibi sosyal etkenler de bu durumu etkiliyor. Ayrıca ileri yaş gebelikler, çoğul gebelikler ve daha önce geçirilmiş sezaryen öyküsü de tıbbi nedenlerle sezaryeni zorunlu kılabiliyor.
Psikolojik katkıları bulunuyor
Vajinal doğum yapan annelerde, doğum sürecini tamamlamış olmanın verdiği başarma hissi sayesinde özgüven artışı yaşanabiliyor. Doğal olarak salgılanan oksitosin hormonu annenin gevşemesine ve bebekle sağlıklı bağ kurmasına katkı sağlıyor. Bu da annenin doğum sonrası döneme daha hızlı adapte olmasına yardımcı oluyor. Op. Dr. Sema Soysal’a göre, ağrı korkusu kadınları vajinal doğumdan uzaklaştıran en temel psikolojik engellerden biri. Bu korku, kaygı düzeyini artırarak doğum sürecinde panik yaratabiliyor ve doğumun doğal ilerleyişini sekteye uğratabiliyor. Doğru eğitim ve psikolojik destekle bu korkunun üstesinden gelmek mümkün. Dr. Soysal cerrahi müdahale gerektirmeyen bu doğum yönteminde iyileşme süreci çok daha hızlı olduğunu söylüyor. Vajinal doğumun avantajlarını ise şu şekilde belirtiyor:
-Hastanede kalış süresi daha kısadır
-Hareket kabiliyeti daha çabuk geri gelir
-Bağırsak ve mesane fonksiyonları kısa sürede normale döner
-Günlük yaşama dönüş süreci sezaryene göre daha rahattır
Vajinal doğuma hazırlık süreci nasıl olmalı?
Anne adayları doğuma pelvik taban egzersizleri (Kegel), çömelme egzersizleri, yürüyüş ve yoga ile hazırlanabilir. Ayrıca nefes ve gevşeme teknikleri, doğumun daha rahat geçmesini sağlar. Doğuma hazırlık kursları, eşli doğum planlaması ve profesyonel destek de oldukça önemlidir. Op. Dr. Sema Soysal, doğum korkusunun azaltılması ve vajinal doğumun teşviki için toplumsal düzeyde bilinçlendirme çalışmaları yapılması şart olduğunun altını çiziyor. Eğitim seminerleri, doğuma hazırlık kursları ve medya desteği ile doğal doğuma olan güven artırılabilir. Dr. Soysal, “Vajinal doğum vücudu bozar” düşüncesi bilimsel dayanağı olmayan bir inanış olduğunu belirtiyor. Sağlıklı bir şekilde gerçekleşen doğumun kalıcı hasara yol açması beklenmez. Geçici değişiklikler olabilir; ancak doğru bakım ve egzersizlerle beden kısa sürede toparlanır.
Sezaryenin zorunlu olduğu durumlar nelerdir?
Bazı beklenmedik olumsuz durumlarda ise sezaryen hayat kurtarıcı olabilir. Dr. Soysal sezaryenin gerektiği durumları şöyle sıralıyor:
-Bebeğin oksijen eksikliği yaşaması (fetal distres)
-Uygun olmayan doğum pozisyonlar
-Plasenta sorunları
-Doğumun ilerlememesi
-İleri yaş gebelik, çoğul gebelik
-Anne sağlığını tehdit eden kronik hastalıklar
Bu gibi durumlarda sezaryen kararı, hekimle anne adayının birlikte alacağı, tıbbi gerekliliğe dayalı bir karardır. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Sema Soysal, anne adaylarının doğuma yönelik korkularını aşmaları ve bilinçli tercihler yapmaları için profesyonel destek almalarını öneriyor. Vajinal doğumun hem fiziksel hem de psikolojik faydaları göz önüne alındığında, doğru bilgi ve hazırlıkla güvenle gerçekleştirilebileceğini vurguluyor.

Mounjaro: Etkisi de büyük bedeli de! Süper iğne mi, pahalı rüya mı?
Byadmin
2022’de Amerian İlaç ve Gıda Dairesi onayı alan (FDA) tirzepatid, tıp literatüründe “ikili hormon mimeti” olarak anılıyor. Ama kullanıcılar ona tek bir ad veriyor: süper iğne. Haftada bir kez karnına yapılan bu enjeksiyon, sadece mideyi değil, zihni de susturuyor. Yemek düşüncesi buharlaşıyor. Açlık değil, arzu bastırılıyor.

Her 6 çiftten 1’i kısırlık problemi yaşıyor! Nedeni obezite ve sigara olabilir
Byadmin
İnfertilite yüzde 50’si erkek ile ilgili olabiliyor
Üreme, tüm canlılar için yaşamın temel yapı taşlarından biridir. Erkeklerde üreme yeteneğinin temelini oluşturan sperm üretimi ve olgunlaşması, oldukça hassas ve karmaşık fizyolojik süreçlerle gerçekleşir. Bu süreç; testislerde başlayarak hem lokal mekanizmaların hem de beyinle testisler arasında işleyen nöroendokrin sistemin kontrolü altında sürmektedir. Fertilite, bir çiftin doğal yollarla gebelik elde edebilme kapasitesini ifade etmektedir. Bu potansiyelin olumsuz etkilenmesine ise “infertilite” yani kısırlık denilmektedir. Dünya genelinde yaygın kabul gören tanıma göre, infertilite; bir çiftin düzenli ve korunmasız cinsel ilişkisine rağmen 12 ay veya daha uzun süre boyunca gebelik elde edememesi durumudur. Erkek kaynaklı infertilite, tüm infertilite vakalarının yarısını oluşturur.
Obezite ve sigara kısırlık nedeni
Çocuk sahibi olma hayaliyle yola çıkan evli çiftlerin korunmasız ilişkilerine rağmen uzun süre çocuk sahibi olamaması çiftler üzerinde toplumsal baskılara neden olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre infertilitenin sebebi bazen anne adayı bazen de baba adayı olmaktadır. Aşırı kilo, sigara-alkol, düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam çevresel kimyasal ve fiziksel nedenler her iki cinsiyetin de ürümesindeki olumsuzlukta etkili olabilmektedir. Ancak erkeklerdeki diğer sağlık problemleri de infertilite riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Erkeklerdeki infertilite riskini artıran sebeplerin başında şunlar gelir;
1-Testis dışı hormonal veya sistemik problemler (pre-testiküler nedenler)
2-Testislerin kendisinden kaynaklanan hastalıklar (primer testiküler bozukluklar
3- Spermin taşınmasında meydana gelen sorunlar (post-testiküler bozukluklar)
4- Nedeni henüz belirlenememiş olgular (açıklanamayan infertilite)
İnfertilite sebepleri kolayca belirlenebiliyor
İnfertilite şüphesi olan erkeklerde tanıya ulaşmak için öncelikle üreme öyküsü alınmalı ve semen analizi yapılmalıdır. Bununla birlikte testis boyutları ve kıvamı gibi fiziksel bulguların değerlendirilmesi, tanı açısından kritik öneme sahiptir. Gerektiğinde daha ileri tetkiklere başvurulabilir. Sperm DNA hasarı analizi, genetik testler, antisperm antikor tayini, hormonal profiller, radyolojik görüntülemeler ve sperm fonksiyon testleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Hormonal bozukluklar da erkek infertilitesinin önemli nedenleri arasında yer alır. Hipofiz bezi hastalıkları, tiroid fonksiyon bozuklukları, prolaktin yüksekliği, testosteron eksikliği gibi birçok endokrin problem doğurganlığı olumsuz etkileyebilir. Hipogonadizm (testosteron eksikliği) , hem biyokimyasal hem de klinik belirtilerle seyreden bir diğer önemli durumdur. Bu hastalarda testosteron replasman tedavisi (TRT), hormon seviyelerini normal sınırlara çekmeyi ve semptomları hafifletmeyi hedefler. Ayrıca erkek genital sisteminde enfeksiyon varlığı kesin bir şekilde doğal yolla gebeliği engelliyor olmasa da, semptom veren enfeksiyonların tedavisi önerilir.
Yaşam değişiklikleri bebek sahibi olma şansını artırıyor
Bazı mesleki faktörler ve çevresel toksinler de testis fonksiyonlarını olumsuz etkileyebilir. Diğer yandan, boşalma bozuklukları (örneğin anejakülasyon ya da retrograd ejakülasyon) da tedavi edilmesi gereken önemli durumlardır.
Cerrahi tedavi gerektiren erkek infertilitesi vakaları da iki temel gruba ayrılır:
1-Altta yatan cerrahi sebebin tedavi edilebildiği patolojiler:Varikosel için subinguinal mikrocerrahi varikoselektomi, sperm kanal tıkanıklıkları için vazovazostomi, epididimovazostomi ya da ejakülatuvar kanal cerrahileri uygulanabilir.
2-Altta yatan sebebin cerrahisinin mümkün olmadığı durumlar:Özellikle non-obstrüktif azoospermi (menide hiç sperm bulunmaması) vakalarında mikro-TESE (mikrocerrahi testiküler sperm ekstraksiyonu) gibi ileri girişimler gerekebilir.
Sperm elde etmek amacıyla uygulanan yöntemler arasında PESA, MESA, TESA, TESE ve mikro-TESE gibi teknikler, infertilite tedavisinde önemli yer tutar. Sonuç olarak, erkek infertilitesine neden olan çok sayıda faktör vardır ve tedavi şekli, sorunun kaynağına göre değişiklik gösterir. Ancak hangi tedavi yöntemi seçilirse seçilsin, yaşam tarzı değişiklikleri tedavi başarısını artırabilir. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, tütün ve alkol kullanımının bırakılması, stresin azaltılması gibi unsurlar doğurganlık üzerinde olumlu etkiler sağlar. Özellikle sigara kullanımı sperm kalitesini ciddi şekilde düşürürken, ideal kiloda kalmak ve aktif bir yaşam tarzı benimsemek hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı destekler. Tedavi sürecine olumlu bir ruh haliyle yaklaşmak da başarı şansını artıran önemli faktörlerdendir.

Türkiye’de de adımlar atıldı! Bankada saklıyorlar…
Byadmin
Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Yirmilik yaş dişleri olarak bilinen üçüncü azı dişleri bir zamanlar çiğneme işlemine büyük bir katkı sunsa da zamanla bu işlevini kaybetmiş dişlerdir. Hem alt hem de üst çenede bulunan toplam dört adet 20’lik diş çoğu kişi için oldukça can sıkıcıdır. Genelde 17-25 yaşları arasında bir anda beliriveren ve çıkmaya çalışırken ağrı veren yirmilik diş çoğu zaman cerrahi bir operasyon sonucu alınır. Bazıları 20’lik diş çıkarma konusunda şanslı olurken bazılarının korkulu rüyasıdır. Ancak yapılan son bilimsel araştırmalar yirmilik dişin mucizevi gücünü ortaya çıkardı. Yapılan araştırmalara göre yirmilik dişin pulpa kısmı (sinir liflerini ve kan damarlarını destekleyen bağ dokusu) nörolojik hastalıklardan kardiyovasküler hastalıklara, ortopedik hastalıklardan göz hastalıklarına kadar birçok sağlık sorununa çözümcül bir yaklaşım sunabilir.
YİRMİLİK DİŞTE DEVRİM NİTELİĞİNDE ÇALIŞMA
2000’li yıllarda uzmanların radarına takılan 20’lik dişin birçok sağlık sorununa çare olabileceği fikri yıllar içinde geliştirilerek araştırmalarla birlikte son nokta kondu. Günümüzde pek çok kişi için gereksiz kabul edilen yirmilik dişin kök hücrelerinin beyin hücrelerinden kıkırdağa kadar farklı insan dokularına dönüşebildiği ortaya çıktı. Yirmilik dişlerin pulpa kısmının, mezenkimal kök hücreler açısından zengin olabileceğini gösteren bu çalışmalar sayesinde artık bazı diş klinikleri, çekilen 20’lik dişlerden kök hücre toplamaya ve bunları özel biyobankalarda saklamaya başladı. ABD ve Avrupa’da yirmilik dişler artık çöpe atılmıyor, biyobankalara gönderiliyor. Tıbbi bir hazine olarak nitelendirilen yirmilik diş hangi hastalıklara potansiyel bir tedavi sunuyor? Tüm detayları Ağız, Diş ve Çene cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. MünirDemirel’e sorduk.
Açıklamalarına yirmilik dişlerin saklanmasının gelecekteki potansiyel tedaviler açısından önemli bir biyolojik kaynak sağlayabileceğini söyleyerek başlayan Doç. Dr. MünirDemirel, “Bu dişlerin pulpa dokusu, mezenkimal kök hücreler (MSC) açısından zengindir. MSC’ler, sinir, kas, kıkırdak, kemik ve yağ hücrelerine farklılaşma kapasitesine sahiptir. Kök hücre bankacılığı alanındaki gelişmelerle birlikte, özellikle 20’lik diş gibi doğal kaynakların korunması, kişiye özel rejeneratif tedavi seçenekleri sunma potansiyeline sahiptir” dedi.
KORNEA NAKLİ İŞE YARAMAZSA DEVREYE GİRİYOR
20’lik dişlerden alınan kök hücrenin birçok hastalığın tedavisinde kullanılabileceğinin altını çizen Doç. Dr. MünirDemirel, Parkinson, Alzheimer, spinal kord (omurilik) yaralanmaları gibi nörolojik hastalıklarda, kalp krizi sonrası kalp dokusunun onarımı gibi kardiyovasküler hastalıklarda, kemik kırıkları, kıkırdak rejenerasyonu gibi ortopedik uygulamalarda, diş hekimliği ve çene cerrahisinde, diyabet, karaciğer ve böbrek hastalıkları gibi sistemik rahatsızlıklarda kullanabileceğini iletti. En çok dikkat çeken tedavi yöntemlerinden bir tanesi de 20’lik dişin göz naklinde de tedavi edici olması. Kornea naklinin işe yaramadığı durumlarda, hastaların dişlerinden yapılan özel bir protez görme yetisinin yeniden kazanılmasına yardımcı oluyor. Osteo-odonto-keratoprotez (OOKP, ismi verilen görme yetisini kaybetmiş ancak kornea nakli yapılamayan hastalarda uygulanan ileri düzey bir tedavi yöntemi olan bu işlemi Doç. Dr. MünirDemirel şu şekilde anlattı:
“Hastanın bir dişi (genellikle köpek dişi) ve bir parça çene kemiği alınarak göz içine yerleştirilecek yapay bir kornea yapılır. Bu biyolojik yapı, optik lensin tutunmasını sağlar ve göz içine yerleştirilir. Bu uygulama, dişin biyomekanik ve biyouyumlu yapısının sadece ağız içinde değil, farklı organ sistemlerinde de işlev görebileceğini gösterir. Dişin sert dokusu (özellikle dentin) ve canlı pulpası, vücut tarafından reddedilmeden bir taşıyıcı yapı olarak kullanılabilir. Bu yöntem, dişin sadece çiğneme değil, rejeneratif tıpta biyolojik yapı taşı olarak da değerlendirilebileceğini gösteriyor.”
Bu tedavilerin çoğunun hâlâ deneysel aşamada olduğunun altını çizenDoç. Dr. MünirDemirel, klinik uygulamalar için daha fazla araştırma ve regülasyona gerek olduğunu da ekledi.
ÇEKİLEN, ÇÜRÜYEN DİŞİ UNUTUN: YENİSİ ÇIKACAK
Diş sağlığını konu alan bilimsel çalışmalar tam gaz devam ederken yirmilik dişin birçok hastalıkta kullanılmasının yanı sıra çürümüş ve çekilmiş dişlerin yerinde yeniden diş çıkması mümkün olabilir. Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde yapılan yeni bir çalışmada uzmanlar, diş gelişiminde BMP ve Wnt isimli proteinlerinin gelişmesini engelleyen USAG-1 isimli protein genini incelemeye aldı. USAG-1 için çeşitli antikorların etkileri araştırıldı. USAG-1 isimli bu protein, diş oluşumlarının önüne geçen en büyük sebeplerden biri. Eğer USAG-1 engellenebilirse çürüyen ve çekilen dişlerin yeniden büyümesi mümkün olabilir. Denemeleri fareler üzerinde yapılan ilaç çürüyen, çekilen bir dişin yerinde protez ya da implant uygulanmadan yeniden diş çıkabilir.
Doç. Dr. MünirDemirel Kyoto Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmanın devrim niteliğinde olduğunu söyledi. USAG-1 proteininin baskılanmasının, diş tomurcuğunun doğal gelişimini yeniden tetikleyebileceğini ileten Doç.Dr. Münir Demirel, sözlerini şöyle noktaladı:

Uzmanından şekersiz ev baklavası tarifi! Her dilimi sadece 120–130 kalori
Byadmin
BAYRAM KEYFİNDEN ÖDÜN VERMEYİN
Bayram tatlısı denince akla ilk gelen lezzetlerden biri olan baklava, artık daha sağlıklı bir formda karşınızda. Kurban Bayramı’na sayılı günler kala, Uzman Diyetisyen Elif Melek Avcı Dursun, geleneksel tariften ödün vermeden hazırladığı şekersiz ev baklavasıyla dikkat çekiyor. Rafine şeker kullanılmadan hurma ile tatlandırılan bu özel tarif, tam buğday unu ve sağlıklı yağlar sayesinde hem kan şekerini dengelemeye yardımcı oluyor hem de bayram keyfinden ödün vermiyor. Şekersiz olduğunu fark etmeyeceğiniz bu tarif, formunu korumak isteyenler, diyabet hastaları ya da bilinçli beslenmeyi tercih edenler için ideal bir seçenek. Kurban Bayramı yaklaşırken hem sağlığını korumak hem de geleneksel tatlardan vazgeçmek istemeyenler için sevindirici bir haber geldi. Uzman Diyetisyen Elif Melek Avcı Dursun, rafine şeker içermeyen ve doğal malzemelerle hazırlanan ev baklavası tarifini kamuoyuyla paylaştı. Klasik baklavanın aksine beyaz un ve şeker kullanılmadan hazırlanan bu özel tarifte, tam buğday unu ve doğal hurma şurubu öne çıkıyor. Hem sağlıklı hem de lezzetli olan bu tarif, bayram sofralarında hafif ama tatmin edici bir alternatif sunuyor.
İşte şekersiz ev baklavasının tarifi:
Hamur Malzemeleri:
-2 adet yumurta
-1 çay bardağı yoğurt
-1 çay bardağı zeytinyağı veya avokado yağı
-1 çay kaşığı karbonat (birkaç damla limonla aktive edilir)
-1 tatlı kaşığı sirke
-2,5–3 su bardağı tam buğday unu (kontrollü eklenir)
-Bir tutam tuz
İç Harcı:
-1 su bardağı ince çekilmiş ceviz içi veya fındık
-1 tatlı kaşığı tarçın (isteğe bağlı)
Üzeri İçin:
-2 yemek kaşığı tereyağı + 2 yemek kaşığı zeytinyağı (eritilmiş)
Şekersiz Şerbet:
-1,5 su bardağı su
-8–10 adet çekirdeği çıkarılmış hurma
-1 tatlı kaşığı bal (isteğe bağlı)
-1 çay kaşığı limon suyu
-1 küçük çubuk tarçın (isteğe bağlı)
Hazırlık Aşamaları:
- Tüm hamur malzemeleri karıştırılarak yumuşak, ele yapışmayan bir hamur yoğrulur ve 10–15 dakika dinlendirilir.
- Hamur 12–16 bezeye ayrılır, nişasta yardımıyla her beze incecik açılır.
- 6–8 kat yufka, aralarına az yağ sürülerek tepsiye yerleştirilir.
- Cevizli harç yayılır, kalan yufkalar da aynı şekilde dizilir.
- Baklava dilimi şeklinde kesilir, üzerine eritilmiş yağ gezdirilir.
- Önceden ısıtılmış 170°C fırında 30–35 dakika pişirilir.
- Hurma, sıcak suyla yumuşatıldıktan sonra blenderdan geçirilir, limon suyu ve tarçınla kaynatılarak şerbet hazırlanır.
- Ilık şerbet, fırından çıkan sıcak baklavanın üzerine dökülerek tatlı tamamlanır.
Tarifin öne çıkan özellikleri:
-Rafine Şekersiz:Tatlandırıcı olarak yalnızca kuru hurma püresi ve isteğe bağlı az miktarda bal kullanılıyor.
-glisemik yükü düşük:beyaz un yerine tam buğday unu tercih edilerek kan şekerini daha az etkileyen bir içerik oluşturuluyor.
-Kalp Dostu Yağlar:Tereyağı ile birlikte zeytinyağı veya avokado yağı kullanılarak dengeli bir yağ profili elde ediliyor.
-Doğal ve Geleneksel:Tarçın ve ceviz/fındık ile geleneksel aromalar korunurken, işlenmiş ürünlerden uzak duruluyor.
Her dilim sadece 120–130 kalori
Yaklaşık 20 dilim çıkan bu tarifte her dilim ortalama 120–130 kcal. Bayramda tatlı tüketimini kontrol altında tutmak isteyenler için ideal bir seçenek sunuyor. Ölçülü porsiyonlarla hem tatlı ihtiyacı gideriliyor hem de sağlıklı yaşam tarzı destekleniyor.
Uzman tavsiyesiyle hazırlandı
Uzman Diyetisyen Elif Melek Avcı Dursun’un bu tarifi, yalnızca lezzetiyle değil, aynı zamanda besin değeriyle de dikkat çekiyor. Şekerden uzak durmak isteyen bireyler, diyabet hastaları veya sağlıklı beslenmeye özen gösterenler için güvenilir bir alternatif oluşturuyor.